Kayıp Otoban filmi David Lynch’in çekmiş olduğu en spekülatif filmlerdendir. Bu filmin ilk sahnesini hem pratik hem teorik bağlamda, Zizek’in Yamuk Bakmak kitabında önerdiği Dedektif-Analist analojisi bakımından inceleyeceğim. Film Fred’in karmaşık ruh haliyle başlar. Düşüncelidir ve kapının zili çalar; diyafonda ‘’Dick Laurent öldü’’ cümlesini duyar. Fred bu sözü söyleyenin kim olduğunu görmek için kapıya bakar ama kimse yoktur. Filme ‘’Tekinsiz’’ bir atmosfer çökmeye başlar. Daha sonra Renee kapının önünde bir video kaset bulur, kasette evin dışarıdan çekilmiş görüntüsü vardır. ‘’Başarısız cinsel ilişkilerinin’’ ardından yatak içinde konuştukları sırada Fred bir rüya gördüğünü belirtir. Ertesi sabah, evin içinden bir çekimi içeren, Renee’yle Fred’i birlikte uyurken gösteren bir kaset daha bırakılır kapıya. Bir şeyler hem Fred ve Renee için hem de seyirci için tekinsizleşmiştir. Bunun için dedektifleri çağırırlar. Bu metaforik sahne tam da şunu bize gösterir; semptomun kişi için artık tekinsiz bir hale gelmiş ve anlamından kopuk bir oluşuma dönüşmüştür. Izcovich’in semptom ile ilgili sorusuna dair olan ‘’Bir semptom ne zaman analitik bir semptom olur?’’un cevaplandığı bir noktadır burası. Ayrıca semptom ile ilgili ilk gözlemi şudur: ’’Herhangi bir şey, birisi için kendi içinde kurtulmak istediği yabancı bir cisme dönüşmedikçe, Freud’a göre birisi için herhangi bir şey semptom olmadıkça, semptom yoktur.’’ (Izcovich, 2017). Bundan semptomun birinci zamanı olarak bahseder. Bu demek değil ki semptom kişi için bu ândan önce yoktur. Bu kişinin kendi semptomunu fark etme ânıdır.
Dedektifler bu tekinsiz durumu toparlamak ve aydınlatmak üzere gelirler. Dedektiflere başvurulması Lacan’ın ‘’bildiği farzedilen özne kavramını’’ çağrıştırır. Ve Lacan şöyle der: ’’Bir yerde bildiği farzedilen özne varsa orada aktarım vardır.’’ (Lacan,1964). Bu ifade analitik bir süreci başlatanın analist değil, talepte bulunan analizan olduğunu vurgular. Tıpkı filmde dedektiflerin durup dururken değil, çiftin talebi üzerine gelmeleri gibi. Aktarım ancak analizanın analisti bu şekilde görmesiyle mümkün olmuştur. Lacan ayrıca analizanın da analist açısından bildiği farzedilen özne konumunda bulunduğunu belirtir. Mesela analist serbest çağrışımın temel rolünü analizana açıklarken mealen şöyle der: ’’Hadi, bir şeyler söyle her şey harika olacak’’(Lacan,1969). Bu durumu daha da açmak için 20. Seminerle devam edebiliriz. Şöyle der Lacan: ‘’Özne derken kastım düşünen özne değil. Kalbini kazanmak için ona söylediğimiz gibi, aklına gelen her şeyi söylemeyi değil- her şeyi söylemek olanaksızdır- aptal aptal konuşmaya davet ettiğimiz öznedir tamı tamına.’’ (Lacan, 1975). Bu ‘’bildiği farzedilen özne’’nin ne kadar yanılsamalı olabileceğini gösterir. Bu yanılsama konusu Lacan’ın Ayna Evresi çalışmasının temelini oluşturmaktadır. Filmdeki dedektiflere de dikkatli bakarsanız, olan bitenle ilgili pek fikirli yoktur. Sürekli soru sorarlar, etrafı kolaçan ederler vs. Dedektifin yaptığı gibi analist de analizana her şeyi biliyormuşçasına konuşmasını söyler ve böylece onu bildiği farzedilen bir özne konumuna yerleştirir.
Zizek’inde Yamuk Bakmak kitabında da ‘’Bildiği Farzedilen Özne’’ Olarak Dedektif örneklemesi mevcut bulunur. ‘’Bizi açığa vuranın tam da aldatma çabası olduğu bu tür paradoksal bir durum, şüphesiz, ancak ‘’anlam’’ alanında, anlamlandırıcı bir yapı alanında mümkündür; dedektifin ‘’alimimutlaklığı’’ işte bu bakımdan psikanalistinkinin tıpa tıp benzeridir; psikanalist de hasta tarafından ‘’bildiği farzedilen özne’’ (le sujet suppose savoir) olarak kabul edilir – peki neyi bildiği farzedilir?’’ (Zizek, 1992). Tam da bu tekinsizliğe neden olanın ne olduğunu bildiği; semptomun ekonomik dengesinin neden bozulduğunu ve belki de en önemlisi bunu eskiye döndürmenin yollarını bildiği farzedilir. Nitekim başlangıçta bahsettiğimiz tekinsizlik vardır – kasetin ortaya çıkması ile beraber, Fred için “semptomunun” neden-sonuç zinciri kesintiye uğruyor gibi göründüğü için simgesel gerçekliğe dahil edilemeyen bir olay vardır. Zizek aynı bölümde şöyle söyler: ‘’Dedektifin rolü tam da “imkânsızın mümkün olduğunu” göstermek, yani travmatik şoku yeniden simgeselleştirmek, simgesel gerçekliğe dahil etmektir. Dedektifin mevcudiyeti bile kuralsız ardışıklığın kurallı ardışıklığa dönüşmesini, başka bir deyişle, “normalliğin” yeniden tesis edileceğini peşinen garanti eder.’’ (Zizek, 1992). Bu ‘’bildiği farzedilen özne’’ konumu her ne kadar yanıltıcı olsa da çalışmayı belirli bir aşamaya kadar sürükleyen konumdur. Çünkü ortada her ne kadar problemli bir durum varmış gibi olsada, öznenin semptomu mükemmel işleyen ve tek doyum alabildiği bir sistemdir. İnsanların analiz talebinde bulunmalarının nedeni bu sistemin bir ‘’jouissance krizine’’ dönüşmesidir. İnsanlar semptomlarından artık doyum sağlayamadıklarında ya da çok fazla doyum aldıklarında analize giderler. Yalnız bu durum ‘’samimi bir değişim’’ talebini içermez. Analizan kolay kolay doyum sağladığı bu sistemden vazgeçmek istemez. Lacan şöyle der: ‘’İnsanlar sizden bir şey istediğinde, bu, gerçekten vermeniz gereken şey olduğu anlamına gelmez.’’ (Lacan, 1965-1966) Kişiler analize gelerek semptomlarından kurtulmak istediklerini söylediklerinde bu onların gerçekten talep ettiği şey olmayabilir. Bu değişime yaklaştıklarında, hayatlarını sabote eden, geçmişte yapmış oldukları ya da halen yapmakta oldukları şeyin tam anlamıyla bir kez farkına vardıklarında, çoğu zaman daha ileri gitmeye direnir ve terapiden kaçarlar. Kendi semptomlarıyla olan yüzleşmeyi sindirmeyi zor bulduklarında genelde terapiyi bırakırlar. Kaçınma ve direnç en temel nevrotik eğilimlerden birisidir. Bu yüzden pratikte kıstas olarak analizanın arzusu değil, analistin arzusu temel alınır. Bunun bir karşı-aktarım olmadığını vurgular Bruce Fink. Şöyle der: ‘’Lacan’ın ‘’analistin arzusu’’ ifadesi, analistin karşı-aktarımsal hislerine gönderme yapmaz, bu daha çok analiste özgü, bir tür ‘’saflaştırılmış arzu’’dur. Burada sözü edilen analist, hisleri olan bir insan değil, bir işlev, oynanması gereken ve birbirinden çok çok farklı bireyler tarafından oynanabilen bir roldür.’’ (Fink, 1997) Bilen kısmının italik olması Fink’e aittir. ‘’Bildiği farzedilen özne’’ konumu kullanarak analistin arzusunun etkisini vurgulamaktadır.
Son olarak yine başladığımız gibi dedektif ve analist benzerliğinin diğer kısmını da belirtelim. Zizek şöyle der: ‘’Dedektifin “bildiği farzedilen özne” işlevini görme tarzı da ona göre değişecektir: Nedir dedektifin sırf varlığıyla bile garanti altına aldığı? Tam da her türlü suçluluk hissinden kurtulacağımız, arzumuzun gerçekleşmesinden duyacağımız suçluluğun günah keçisinde “dışsallaştırılacağı” ve sonuç olarak, bedelini ödemeden arzu duyabileceğimizdir garanti altına alınan.’’ (Zizek, 1992). Bu konumu analiste atfederek, tüm çalışmanın başarısızlığını, analizanın kendi hakikatine karşı olan cehalet tutkusunun hatta direncinin bir nedeni, semptomdaki bu tekinsizliğin sebebi olarak analist suçlanabilir. Analistin konumunu analizanın onda neyi gördüğüne göre belirlenir. Fakat Lacan kesindir: Özne her zaman sorumludur ve bu onun semptomlarına da uygulanır.
KAYNAKÇA
– Fink., Lacancı Psikanalize Bir Giriş: Klinik ve Kuram, çev. Özgür Öğütcen., Kasım 2016., Encore Yayınları
– Lacan., J., Psikanalizin Dört Temel Kavramı, çev. Nilüfer Erdem., Eylül 2013, Metis Yayınları
– Lacan., J., Seminar XIII: The Object of Psychoanalysis: 1965-1966
– Lacan., J., Yine/Hâlâ, çev. Murat Erşen., Aralık 2019, Metis Yayınları
– Lacan., Seminar XVII, The Other Side Of Psychoanalysis, çev., Rusell Grigg., 2007, W. W. Nortan & Company, Inc.
– Zizek., S., Yamuk Bakmak, Popüler Kültürden Jacques Lacan’a Giriş, çev. Tuncay Birkan., Mayıs 2004, Metis Yayınları
– Zizek., S., Yamuk Bakmak, Popüler Kültürden Jacques Lacan’a Giriş, çev. Tuncay Birkan., Mayıs 2004, Metis Yayınları
-Izcovich, L., Analitik Semptom, çev. Ceren Korulsan., (Simgesel Psikanaliz Dergisi, Sayı:1,2017, Yaygın Süreli Yayınları