Lacan’ın Simgesel Pazarında Freud’un Bir Espri Tekniği: Nietz”$”che

D e n g e l e m e  Y o l u – Kendisine zarar verdiğimiz birinin gönlünü almak, hatta bizden yana iyi düşünmesini sağlamak için, ona hakkımızda bir espri yapma fırsatı vermek yeterlidir genellikle.

                Nietzsche’nin bu sözüyle elbette esprileri ve bilinçdışıyla ilişkilerini indirgemeci bir yaklaşımla birbiriyle örtüştürmeyeceğim.  Freud, Espriler ve Bilinçdışı kitabına ‘’Ancak bunlar organik bir bütünün içinde görmek isteyeceğimiz disjecra membra‘dır (dağınık parçalar)’’ (Freud,1905) diyerek başlar. Bu tek tek olan parçaların fonksiyonunu bir kuramın işlevinin bütününde el almaya çalışır. Ben ise yoğunlaşmış bir aforizmayı parçalara ayırıp Freud’un birleştirdiği yerin ötesine götüreceğim. Ama Lacan’ın Dinin Zaferi’nde söylediği gibi ‘’yeni bir şey söylemiş olmayacağım.’’ Bununla beraber dikkat edilmesi gereken asıl nokta psikanalizin espriler hakkındaki teorisinden önce Nietzsche’nin bunu deneyimlemiş olabileceği olgusu.  Bu yüzden Freud, psikanalizle ilgilenenleri deneyim sahibi olmak için analize davet eder. Psikanaliz bir deneyim meselesidir. Bu deneyim ile analiz dışında karşılaşılmadığı anlamına gelmez. Fakat belirli bir soru ve çalışmayla karşılaşılmayan hakikat, anlık parlamalarla görünür ve kaybolur. Fakat analizan, bu ânlar üzerine çağrışım yaptığında divanda bir şeyler deneyimler. J. A. Miller şöyle der:

             ‘Tabii ki, divan bir çeşit yatak. İç mekanı olmayan bir yataktır: çarşaflara girmezsin, bir yüzeye uzanırsın. Yaslanmış bir figür gibi, etrafında sallanabilecek ölümcül çağrışımlarla. Bu Baudelaire çizgisidir: “Mezarlar kadar derin divanlar.” Yatak genellikle bir kişinin beden bulduğu yerdir, birinin yoğun yaşamda unuttuğu bedeni, bir de orada başka bir beden bulur. Divan, aksine, tek kişilik bir yataktır. Cinsel ilişkiyi ortaya çıkarır ve aynı zamanda yokluğunu gösterir.’’ (Miller,1999)

             Sözün ve dilin beden üzerinde bir işlevi vardır. Bu işlevin deneyimlenmesi ile kavramsal olarak konuşulması arasında büyük farklılıklar vardır. Psikanalizin kavramları, özneye, kendinden çıkan ve yine ona dönen sözler kadar etki etmez. Konuyu saptırmadan espriler üzerine tekrar yoğunlaşalım. Öznenin Freudyen temelini ararsanız, bulacağınız noktalardan biri, Lacan’ın Bilinçdışının Oluşumları seminerinde bir model olarak kullandığı esprilerdir. Lacan V. Seminerine, esprilerle ilgili VII konferans serisi ile başlar. Esprilere, özellikle Freud’un çalışmalarına atıfta bulunursanız, bilinçdışı bir oluşumla, yani toplumsal bir süreçle uğraştığınızı vurgular. Freud’un belirttiği gibi, bir Witz’in mutlaka başka birine söylenmesi gerekir. Şöyle der Freud: ‘’Genel anlamda kasıtlı bir espri için üç kişi gerekir: espriyi yapana ek olarak düşmanca ya da cinsel saldırganlığın nesnesi sayılacak bir ikinci ve de esprinin haz üretme amacı kendisinde doyurulacak bir üçüncü kişi olmalıdır.’’(Freud,1905).  Bu nedenle, hayali bir şekilde içeride tutulmaktan uzak olan psişik süreç, ancak iletişim kurulduktan sonra, yani Ötekinin mahalinde açıkça elde edildikten sonra tamamlanır ve sonuçlandırılır. Espri, Lacan’ın bilinçdışının oluşumları olarak adlandırdığı her şeyin paradigmasıdır ve ayrıcalığı Öteki’nin işlevini çıplak bırakmaktan ibarettir.  Espriler, Freud’un da işaret ettiği gibi Öteki’ni sahneye koyar. Öteki bir seyirci olarak espriyi somutlaştırır. Bu durum rüyalarda ve dilin sürçmelerinde örtük olarak kalmakta. Lacan V. Seminerde espriye dayanan bilinçdışının oluşumlarını yeniden kavramsallaştırır.

            Freud’un Espriler ve Bilinçdışı İle İlişkiler kitabına geri dönersek Şöyle der: ‘’Bazen esprinin kendisi bir sonuçtur ve özel hiçbir hedefi yoktur; bazen da böyle bir hedefe hizmet eder – kasıtlı bir hal alır. Yalnızca bir amacı olan espriler, kendilerini dinlemek istemeyen insanlarla karşılaşma riskine sahiptirler’’ (Freud,1905). Esprilerin bir amacın, bir düşüncenin özünü oluşturduğunu belirtir. Espriler bir zarf biçiminde içinde bir düşünceyi iletmenin en parlak yoludur. Freud esprileri iki amaca ayırır: ‘’Bir esprinin amacı kendisi olduğunda -yani o masum bir espri olmadığı zaman- hizmet edebileceği yalnızca iki amaç vardır ve bu ikisi de tek bir başlık altında toplanabilir. Ya düşmanca (saldırganlık, hiciv ya da savunma amacına hizmet eden) bir espridir, ya da açıksaçık (gösterimcilik [teşhir] amacına hizmet eden) bir espri. Ayrıca esprinin teknik türünün -ister sözel isterse kavramsal bir espri olsun- bu iki amaçla hiçbir ilişkisi olmadığını yinelemek gerekir’’ (Freud,1905). Bu espri amaçlarının bağlı kaldığı ekonomik eğiliminin haz üretimiyle bağlantı kurduğu görüşünü savunur. Ekonomi ve haz ile neyi vurgulamaya çalışır Freud?

                Espriler ve Bilinçdışıyla İlişkileri’nde, Freud bir esprinin ürettiği tatminin ekonomik tasarrufundan doğduğunu açıkça ifade eder. Bu tasarrufun örneklerini söz oyunlarında görebiliyorsunuz. Freud, kitabın en başında Lipps’ten, Shakespeare’den, Jean Paul’den  yaptığı alıntılarla bunun sinyallerini verir:

                ‘’Esprilerin, sözünü ettiklerimizden oldukça ilişkisiz bir başka özelliği, tüm otoriteler tarafından temel olarak kabul edilmiştir. Jean Paul (1804, II. Kısım, 42. paragraf) “kısalık nüktenin bedeni ve ruhudur, onun ta kendisidir” diyor. Shakespeare’in Hamlet’indeki yaşlı geveze Polonius’un söylediklerinden uyarlayarak (II. Perde, 2 .. Sahne):

Bu nedenle, nasıl kısalık ruhuysa nüktenin

Ve sıkıcılık, kıyılarda, dışarılarda dolaşmaksa

Ben de kısa keseceğim.

               Bu bağlantıda Lipps’in (1898, 90) esprilerin kısalığına verdiği önem anlamlı oluyor: “Bir espri, söylemek zorunda olduklarını az sayıda sözcükle söylemez; çok az sayıda sözcükle söyler -yani, düz mantık ya da düşünme ve konuşmanın yaygın modelleri için yetersiz sayıda sözcükle. Hatta söylenmesi gerekeni söylemeyerek de söylemiş olabilir.’’ (Freud,1905)

                Yukarıda da göründüğü gibi espriden alınan haz, psişik harcamalarda tutumlu olmaya dayanır. Espriler, öznenin haz aldığı bir fazlalık, bir artı(k) üretmesi psişedeki bilinçdışı bağlantıları idareli kullanmasından kaynaklanır.  

                    ‘’Freud hiç yapmamış olsa da, onun esprilere ilişkin analizini ölüm dürtüsünün terimlerine tercüme edebiliriz. Espri dürtünün yolunu kısaltacak biçimde iş görür: Dürtünün dolaysız yolunu uzatan sapakları, yan-yatırımları terk etmemizi sağlar. Bir espriye güldüğümüzde, bir anlığına tatminimizi tanıyıp, bu sapakların doğurduğu tatminsizlik hissinden kurtulmuş oluruz adeta’’ (McGowan,2013).

              McGowan’ın yorumuyla Espriler, dürtünün, uygarlığın yasaklarından dolayı doyuma giden yolu sürekli sapaklarla uzatmasının kısa devresidir. Freud ‘’Uygarlaşmış Cinsel Âhlak’’ metininde şöyle der:

             ‘’Eğer cinsel dürtünün bu evrimi akılda tutulursa uygarlaşmanın üç evresi ayırt edilir: birinci evre, cinsel dürtünün üreme hedeflerine aldırış etmeksizin özgürce uygulanabildiği evredir; ikinci evre, üreme hedeflerine hizmet eden dışındaki tüm cinsel dürtünün baskılandığı evre ve üçüncü evre de cinsel hedef olarak yalnızca yasal üremeye izin verilen evredir. Bu üçüncü evre günümüzdeki ‘’uygarlaşmış’’ cinsel ahlâkta yansımasını bulur’’ (Freud, 1908).

                Elbette Freud’un burada vurguladığı dürtünün kabaca nasıl bir taleple karşılaşıp başka yollardan ilerlediğidir. Hiçbir şekilde ‘’Uygarlaşmış’’ bir cinsel ahlâk fikrini ideolojik bakımdan savunmaz. Freud’un her daim yapmaya çalıştığı şey bir söylemin analizini yapmaktır. Onu savunmak, ayırt etmek ya da yermek değildir.  Espriler konusuna geri dönersek Freud’un Açıksaçık espriler olarak ifade ettiği espri türünün ne anlama geldiğini biliyoruz; Cinsel olgu ve ilişkilerin konuşma ile kasıtlı olarak ön plana çıkarılması. Espriler, yolu üzerine çıkan bir engele karşı dürtülerin doyurulmasına olanak verir. Bu engeli aşarlar ve engelin ulaşılmaz hale getirdiği bir kaynaktan haz sağlarlar.

                  Şimdi ise Nietzsche’nin bu sözüne istinaden asıl vurgulamakta olduğumuz nokta düşmanca amaca hizmet eden espriler. Freud şöyle ifade eder:

                  ‘’Şimdi esprilerin düşmanca bir amaca hizmet ederken de aynı rolü oynayıp oynamadığı sorusunu inceleyeceğiz. Burada başlangıçta aynı durumla karşılaşıyoruz. Kendi bireysel çocukluğumuzdan ve aynı biçimde insan uygarlığının çocukluğundan beri arkadaşımıza karşı düşmanca itkiler, cinsel isteklerimizle aynı kısıtlamalara, aynı giderek artan bastırmaya hedef olmuştur. Henüz düşmanlarımızı sevmeyi ya da sağ yanağımız tokatlanınca sol yanağımızı uzatmayı başaramadık’’ (Freud,1905).

                  Uygarlığın yasalarının yasakladığı salt düşmanlık yerini hakaretlere bırakmıştır ve de insan dürtülerinin iç bağlantıları hakkında daha iyi bir bilgi, bir arkadaşımıza öfke duymamızı bizden giderek daha çok alıp götürmektedir. Espriler düşmanca isteklere karşı imdada yetişir. Aynı cinsel saldırganlıkta olan benzer bir mekanizmaya sahip belirli yöntemlerle bu teknik gelişmiştir. Freud ifade ettiği haliyle:

                ‘’Düşmanlığın eylemle anlatımından vazgeçmeye zorunlu olduğumuzdan -ilgilendiği şey bireysel güvenliğin korunması olan heyecansız kişi tarafından alıkonduğumuzdan- tıpkı cinsel saldırganlıkta olduğu gibi bir üçüncü kişiyi bizim düşmanlarımıza karşı seferber etmeyi amaçlayan yeni bir hakaret tekniği geliştirmişizdir. Düşmanımızı küçük, aşağı, değersiz ya da gülünç kılarak dolaylı bir yoldan onu alt etmenin zevkine ulaşırız ve hiçbir çaba harcamamış olan üçüncü kişi bunu kahkahasıyla onaylar. Şimdi düşmanca saldırganlıkta esprilerin oynadığı rolü anlamaya hazırız. Bir espri, düşmanımızda engeller nedeniyle açıkça ya da bilinçli olarak ortaya koyamadığımız can sıkıcı bir şeyleri kullanmamıza olanak verir; o halde bir kez daha söyleyelim, espri, kısıtlamaları savuşturacak ve ulaşılmaz hale gelmiş olan haz için kaynaklar açacaktır. Ayrıca sağladığı hazla, dinleyiciye, herhangi bir ince araştırma yapmaksızın, bizim yanımızda yer alması için rüşvet verecektir; tıpkı başka durumlarda sık olarak kendimizin, masum bir espriden, esprili bir biçimde anlatılan bir tümcenin özünü olduğundan değerli göstermek için rüşvet almamız gibi’’ (Freud,1905).

                 Lakin Nietzsche’nin sözüne kulak kesildiğimizde düşmanca istekleri doyurmaya çalışan, bu düşmanca isteklere sebep olan kişidir. Kötülüğe ve haksızlığa maruz kalan kişi değil, tam tersi bu edimi gerçekleştiren kişidir. Burada karşı tarafın yanağına tokat atan kişinin kendi yanağını uzattığını görüyoruz. Peki bunu nasıl yapıyor? Kendini, karşı tarafın düşmanca isteklerini gerçekleşmesini sağlayan bir nesne gibi sunarak. Bu nesne konusunu için Lacan’ın 8. Semineri olan Aktarım seminerine gidiyoruz. Lacan şöyle diyor:

           ‘’Ne de olsa bu bizim için şaşırtıcı bir hikaye değil, çünkü analitik uygulama tarafından zaten biraz katılaştık. Kastrasyon, kısaca, bu kumaştan/dokumadan kesilir: birinden [nesnesini] arzusunu alıyoruz ve karşılığında onu başkasına veriyoruz – bu durumda, toplumsal düzene’’ (Lacan,1961).

             Bir öznenin arzusu ondan alınır ve karşılığında Simgesel’in açık pazarda en yüksek teklif verene satılır. Simgesel’de temsil edilmeniz için sizden bir parçanız alınır ve karşılığında aslında hiçbir şey verilmez. Şöyle bir uyarı elzemdir; insanın yasaya tabi olduğu gerçeği üzerindeki etkileri, her şeyin ondan alındığını ve nesiller boyunca bağlanan düğümlerin günlük eziyetine karşılık verildiğini söyleyerek, konuyu kapsamlı bir şekilde özetlemiş olmuyoruz. Bizim konumuz Nietzsche’nin bu sözü etrafında sınırlanıyor. Devam edersek, bir gösterenin sizi diğer gösterenler için temsil etmesi amacıyla sizden parçanız alınıyor. Simgesel pazarda bir takas nesnesine dönüşüyorsunuz. Sizden bağımsız olarak örneğin isminiz konuşuluyor. Bir söylem içinde alıp-satılan bir nesne gibi kullanılıyor. Lacan’ın bu seminerde pazardan ya da marketten söz etmesi tesadüf değil. Dr. Mehmet Mansur’un katıldığımız bir seminerinde şöyle bir ifadesi vardır:

            ‘’Lacan 10. seminerde anal objenin her şeyden önce devredilebilir ve takas edilebilir nesne olduğunu söylüyor. « Devredilebilir », cessible’in çevirisi; cessible’de céder var, cesse var: bırakma, kesme, vs. Anal obje, alış-verişin temsilcisi. Oral nesneler, insanın kendisinin olduğu nesneler. Anal obje ise, sahip olma’da konumlandığı için, nesneleri takas düzlemine yerleştirebiliyor. Takasın işlevi bu: kullanım değeri bir nesneyi kıyaslanamaz kılar; ama takas değeri tüm nesneleri denk kılar. Sıçan Adam’da sıçanların birbirlerine benzemelerinin, çoğalmalarının, sahneyi bürümelerinin anlamını burada okuyabilirsiniz.’’ 

           Devredilebilir bir nesne, bırakılan bir nesnedir. Özne, kendini temsil edilen nesneye dönüşterek yapıyor bunu. Tahttan feragat ediyor. Anal nesne onu siliyor, onun yerine geçiyor.   Çünkü Nietzsche’nin söylediği edim tam olarak kendini, ötekinin düşmanca isteklerine karşı nesne olarak sunmaktır. Düşmanca istekler besleyen kişi ötekine karşı bir intikam ânını bekleyebilir, dostluğunu bitirebilir. Düşmanca saldırı sessizce çareler arıyor gibi görünmektedir. Ama bir esprinin, güvenli bir biçimde saldırının öcünün alınacağı bir yol olduğunu Freud bize göstermiştir. Nietzsche ise muhtemelen bunu deneyimleyip yukarıda belirttiğim gibi ifade etmeye girişmiştir. Öncelikle Freud ve daha sonra onun paltosundan çıkan Lacan, bu ve buna benzer deneyimlerin dinamiklerini başka şekilde açıklamışladır. Freud bize hakikatin kendisini değil, hakikate giden yolun araçlarını sunar. İşin semptom kısmına bakarsak konu daha da derinleşir. Kişi bu ‘’Dengeleme Yolu’’na neden başvurur? Neden bir Dengeye ihtiyaç duyar? Freud’un Haz ilkesinin Ötesi’nde adlı makalesinde ‘’sabitlik ilkesinin’’ bununla alakalı bir bağlantısı olabilir mi?  Bu edim kişinin hayatında bir tekrar olarak başka suretlerde kendini gösteriyor mu? Özne tahtını feda ederek, bu edimin kendinden haz mı alıyor?

            Semptom ve öznenin onunla ilişkilenmesinin kısmını bir tarafa koyarsak, Nietzsche, bir insanla barışmanın ‘’kısa’’ yolunu keşfetmiş. Pahalı bir hediye ile değil, bir özür ile değil, zamanın gücü ile değil. Bir esprinin fonksiyonunu deneyimsel bir şekilde anlamış ve bunu yoğun bir cümle içinde ifade etmiş.  Elbette Nietzsche’nin bu ifadeyi kullanırken burada bahsettiğimiz esprinin işlevini mi vurgulamak istedi? Yoksa tüm bunlardan çok başka bir şey ifade etmeye mi çalıştı? Bunu bilemeyiz. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Anlam, her daim öznel ve yanlış anlaşılmaya dayanır. Böyle bir cümle üzerine teorik olarak bir yorum getirilebilir fakat Nietzsche bir divanda uzanıyor olsaydı, bu cümlenin açılımını ve anlamını bizatihi kendisinden isteyecektik. Lacan’ın ifade ettiği gibi:

           ‘’ Eğer bir hastayı anlıyorsanız, kendinize saklayın, anladığınızı göstermeyin, çünkü önemli olan anlamak değil, doğruya ulaşmaktır. Ama olur da doğruya tesadüfen ulaşırsanız, anlasanız bile, anlamıyorsunuzdur.’’ (Lacan,1958)

KAYNAKÇA

  • Freud, S., Espriler ve Bilinçdışı ile İlişkileri, çev. Emre Kapkın, Ekim 1993, Payel Yayınları
  • Freud, S., Uygarlık, Toplum ve Din, çev. Emre Kapkın, Mayıs 2004, Payel Yayınları
  • Interview by Eric Favereau. Le divan. XX1 e siècle. Demain la mondialisation des divans? Vers le corps portable. Par Jacques-Alain Miller. 3rd July 1999
  • Lacan, J., Ecrits, On a Question Prior to Any possible treatment of Psychosis, çev. Bruce Fink, 2002, W. W. Nortan & Company, Inc.
  • Lacan., J., Seminar VIII, Transference, çev. Bruce Fink., 2015, Polity
  • McGowan, T., Sahip Olmadığımız Şeyin Keyfini Sürmek, çev. Kemal Güleç, Kasım 2018, İmge Kitabevi
  • Nietzsche, F., İnsanca, Pek İnsanca, çev. Mustafa Tüzel, Ekim 2012, Türkiye İş Bankası yayınları

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: