Freud’un Aktarımla karşılaşması manidardır. Dora ile ilgili şunu diyor Freud: ‘’Aktarım beni afalattı…‘’. Freud, kendisine aktarımı “öğretmiş” sayılabilecek ve gelecek nesillere Dora adıyla aktarılan histerinin durumunu anlatırken kendini böyle ifade ediyor. Aktarım sürpriz bir etkiden kaynaklanıyor. Göreceli olarak “beklenmedik bir şekilde” ortaya çıkar. Aktarım, psikanalitik pratiğin temel kuralı olan serbest çağrışım yüzünden kendi kendini bu serbestliğe bırakmak zorunda olan analizanın, “doğaçlaması“dır.
Kavram, Freud’da 1890’ların başında, kendini zaten öne çıkaran bir işlev olarak sunuyordu. Bu nedenle, sevgili Şahin Ateş ile çalıştığımız erken dönem Freud çalışmalarımda dahi 1892’den beri kendini gösteren şey, histeriklerin fazlasıyla “aktarımlara” tabi olduğuydu. Bu nedenle, mesela histeriye sık sık gittiği için ya da analizanlar analizi bıraktıkları için artık şaşırmamalı! Bu sürpriz durumun Dora’nın tedavisinde çok özel bir şekilde, aktarımın olduğunu belirten geri dönüşü olmayan bir noktaya nasıl ulaştığını göreceğiz. Aktarım, Histeri Üzerine Çalışmalar’da ve ondan önce de musallat olan hayalet gibi kendini hissettiriyor dediğimiz gibi. Lakin bu kavrama, yani bir çalışma içerisinde kaçınılmaz hale gelen aktarıma, karakterini tam manasıyla verebilmesi için Freud’un Dora ile tanışması gerekti. Dora’dan önce Freud aktarım diye bir şeyin varlığından habersiz değildi; Dora’dan sonra bu çalışmalar içerisinde gerçekleşen aktarımın nasıl bir şey olduğunu fark ediyor Freud. Bu ilk detaylı Dora’nın “hastalık hikâyesi” (Krankengeschichte) aynı zamanda aktarımın tarihselliğini güncelleyen hikâyedir.
Aktarımın ilk fark edildiği anı izlersek, Histeri Üzerine Çalışmalar kitabında şu cümleye geri döneriz: “Eğer hasta hekime kişisel olarak çok fazla alışmış hale gelme, onunla ilişkisinde bağımsızlığını yitirme ve hattâ cinsel olarak ona bağımlı hale gelme korkusuna uğrarsa.”. Gördüğümüz gibi kavrama hakim olan Freud, genel sorunun zaten farkındadır: “Bu, birçok analizde sık sık, hatta düzenli olan bir olaydır (ein regelmässiges Vorkommnis)”. Aktarım sık görülen bir tekillik tarafından duyulur. Bu “düzenli olay”, analizanın analist ile ilişkisindeki duygusal rahatsızlığın nedenlerinin mütevazı bir envanterinin parçasıdır. Terim hala hipnotik terapilerin “sunumuna” yakındır. Aktarımlar, analizanda “zorlama” (Zwang) ve “yanılsama” (Täuschung) altında gelen rahatsız edici hareketler olarak görünür. Dahası da var: Histeri Üzerine Çalışmalar eserinde aktarım, adlandırılmış olmasına rağmen hala bilinmediği için çok daha bariz olan bir tarihçeyi oluşturur. Freud bunu işaret ettiğinde bile, henüz bu kavramı o kadar iyi kavradığını düşünmüyor. Onu gizleyen, sürecin kendisi, yani hipnozdan psikanalize geçiş uğraşısıdır. Aktarımın doğuşu, aslında histerilerle çalışmaların sancılarının eşiğinde, histeriğin kendi hakikatini empoze ettiği “hatalar”ın tarihi aracılığıyla aktarımsal gerçekliğin örtüsünü kaldırarak oldu. İlişkilerinin sonunda Anna O.’nun fantezi olarak doğurduğu çocuğu aracılığıyla aktarımla karşılaşan Breuer’in ünlü talihsizliği bu durumu sembolize eder.
Freud’un çok iyi belirttiği şey şudur: ‘’ Analiz tekniğinin kuramıyla iştigal edildikçe, aktarımın zorunlu olduğu anlaşılacaktır.’’ Pek çok durumda, özellikle nevrotikler arasında ve erotik düşüncelerin sonuçlarını açıklamanın söz konusu olduğu durumlarda, fedakarlık, aşkın herhangi bir vekili tarafından geri ödenmelidir. Yani bu durumda analist tarafından. Aktarımla ilgili ilk göstergeye ulaşıyoruz: analizanlar aktarıma tabi olacak, çünkü yapılan iş aşkla ödüllendirilmeyi gerektirecek. Bu ne demek, analizan konuştukça, analist semptomunun ötekisi, semptomun partneri haline gelmeye başlıyor. Ama bu durum, şu talihsiz sonucu açığa çıkartıyor; burada çok bilinen aktarımın dirence dönüşmesinin farklı bir varyasyonunu görüyoruz. Her analizan iyileşme talebiyle başlar deniyor. Bunun samimi bir talep olup, olmaması bir yana aktarım bu talebi bir dönüşüme uğratıyor. Sevilmeyi istemek, iyileşmeyi istemekten üstün geliyor… Bu durum, analizanın özellikle “duygusal” ve “aşk dolu” olacağı anlamına gelmez, ancak analizandaki bilinçdışı ekonomi, insan ilişkilerinde aşk sorununu ön plana çıkarır – ki bu analiz için büyük bir nimet ama aynı zamanda büyük bir engel de olabilir. Gördüğümüz gibi, aktarım bir tezatla duyuruluyor, belirsiz bir netlik… Dora’nın analizinde aktarımdan bahsetmeyi gerektiren ve onun ilan edilmesinin konjonktürünü sunan gerçekten de bu “faktör”dür. Aynı zamanda Freud için özeleştiri saatidir: “Aktarıma zamanında hakim olmayı başaramadım; Dora’nın kür sırasında patojen malzemenin bir bölümünü bana sunarken gösterdiği isteklilik yüzünden, aynı malzemenin benim bilmediğim bir başka bölümüyle hazırladığı aktarımın ilk işaretlerini göremedim’’. Bu itirafın hem Freud için ve pek tabii psikanaliz için büyük bir önemi var. Aktarım kavramının evrimleşeceği durumu sezmeye başlıyoruz ve hemen görüyoruz; Freud, kaybettiğini bildiği bir mücadeleye tüm gücünü veriyor.
Aktarımın bu yönünün getirdiği, zaman kaymasını sembolize eden durumu da fark ediyorsunuz çünkü 1924’te bile vakaya geri dönerek kavramı ele alıyor. Dora’nın babaya bağlılığı, Bay K.’ya karşı şifreli baştan çıkarması, Bayan K’ya duyduğu hayranlık arasında sorunlu bir düğüme takıldığına şahit oluyoruz. Araya ise Freud giriyor. Ve ne oldu ? Freud’dan dinleyelim: “İşte bu nedenle aktarım beni afallattı ve ona Bay K.’yı anımsatmama neden olan bir bilinmeyen faktör, bir X nedeniyle, Bay K.’dan almak istediği intikamı benden aldı, onun tarafından hüsrana uğratıldığına ve terk edildiğine inandığından beni terk etti. Anılarının ve fantezilerinin böylesine önemli bir parçasını kürde tekrar üretmek yerine eyleme döktü”. Dora’nın, bu kinci aktarımı bir kan davası biçimini alır. Freud ise farklı bir şekilde bakıyor olaya. Kendisini bu hikayede ezilen ve kötü muamele gören mağdur olarak sunan Dora’nın çizdiği portrenin aksine, Freud onun hırçınlığını, ona başka yerlerde dayatılan durumlar karşısında kendini pasifleştirmesinin sorumluluğunu acımasızca yüzünü vuruyor.
Aktarım durumuyla ilgili diğer mesele katıldığım çalışmada enteresan bir konu tartışılmıştı. Önceden belirlenmiş, belirli yönergesi olan terapi biçimlerinin biraz Actus interruptus (Yarıda kalan eylem) şeklinde olduğuyla ilgili bir tartışma. Her şey başlar ve birden “erken kesinti’’ olur, yani çalışma biter. Bunun biraz bilmek istememe direncine hizmet ettiği yönünde belirli görüşler var. Bu bir analizi “prosedüre sahip terapiye” dönüştüren olgudur. Günümüzde ‘’kısa süreli psikodinamik terapiler’’ peydah olmaya başladı. Kapitalist söylemin ürünü olan bu teknikler, hemen, çabuk, en kısa sürede taleplerine cevap vermeye çalışıyor. Bu bir yandan da, yani tüm bunların yanında, önceden tasarlanmış ve prosedürleri belli olan “kısa terapi”nin, aktarım sorunlarından kurtulmak için icat edildiğini gösteriyor. Klinisyenin kendi kaygısından ya da ona ıstırap veren sorudan kaçmayı da sağlıyor bir yandan. Tabii hangi ekolden olursa olsun, hala meslektaşlarımı saran bir sorunun ıstırabıdır bu. Analizanları ya da hastaları onları terk edince, ıstırap ile ‘’kaplanmış’’ olan klinisyenlerin aşina olduğu soru: ‘’Yanlış olan ne?’’, ‘’Ne yapmış olabilirim?’’, ‘’Hangi tekniğe sahip olabilirim?’’, ‘’Analizanın gitmesine ne engel olurdu?’’. Freud’un kendisinden sonra gelen, zayıf klinisyenlerin karşı-aktarımsal özeleştiri savunucularının aksine, Freud vicdan muhasebesine dalmaz, yapabileceği eylemi arar. Vicdan muhasebesini özellikle vurguluyorum ki bu analistin yakalandığı semptomla ilgili bir şey söyler ve artık analiz pratiği içinden konuşulmuyordur. Yani orada analist ile analizan yoktur. İki analizan oturuyordur. Analizanın eylemi analistin bir yerinden tutmuş, bir şekilde fantazmı ile ilgili bir yerden konuşmaya başlamıştır. Histeri vakalarına bakıldığında analist olarak Freud’un daha farklı bir sorgulaması var. Bir kabahatten, hatadan ya da kendini suçlamaktan çok daha fazlası. Buradaki tek “hata” duymamanın ve yorum yapmamasının başarısızlığıdır. Hata ifadesi tüm bunlardan ayrı yere konulmalıdır. Bu hatayı da zaten Freud izah ediyor. İzah ederken analizanın fantazmında nereye oturduğunu keşfediyor. Şöyle diyor Freud: ‘’birinci rüya ortaya çıktığında, benim de bu ikazı anlamam ve ona şöyle söylemem gerekirdi: “Şimdi Bay K.’den bana aktarım yaptınız. Bay K.’ninkilere (doğrudan ya da herhangi bir yüceltmeye uğramış halde) benzer olan kötü emellerim olduğunu varsaymanıza yol açan bir şey mi gördünüz, yoksa, sizi o zamanlar Bay K.’ye olduğu gibi bana yakınlaşmaya zorlayan bir özelliğimi mi fark ettiniz veya ilk kez gördünüz?’’ Analistin, terk eden analizan tarafından fantazmın yerine konulduğuna dikkat edin: ‘’intikamı benden aldı, onun tarafından hüsrana uğratıldığına ve terk edildiğine inandığından beni terk etti. “o beni terk etti” (sie verliess mich). İşte o zaman, geleneksel olarak “baştan çıkarılmış ve terk edilmiş” histeriklerin çoğunun ne olduğunu hayal etmekten fazlasını yapabilir!
Dora bu nedenle histerik birliğin saflarının dışında olacak olan aktarımı öğretti. Onun elbette öncüleri vardı. Freud’un erken dönem kadınlar tarafından terk edilmesine dair olan ilişkisi bir kaymaya daha neden olarak onda bir sorunun filizlenmesine neden oluyor: “Bir kadın ne istiyor?’’.
Şimdilik biz konuyu sınırlı tutmak adına Dora vakasından devam edersek, Dora’nın Freud’a veda hediyesi olan “yeni baskılar”, “aktarımın” tanımlanması olacaktır. Freud için aralarında ne olduğunu anlamanın zamanı gelmiştir ve vakanın çıkarımlarını formüle edebilir: ” Bir psikanalitik tedavi sırasında semptomların yeniden oluşumunun düzenli bir şekilde engellendiği söylenebilir. Gelgelelim, nevrozun üretkenliği bütünüyle son bulmamıştır, aksine, “aktarımlar” adını verebileceğimiz, çoğunlukla bilinçdışı olan özgün düşünce oluşumlarında işlemeye devam etmektedir’’. “Aktarımlar” (çoğul olarak) “düşünce oluşumları”, “semptomların neo-formasyonu” olarak üretilir. Bu nedenle bunlar nevrotik kişinin tedavi sırasındaki etkinliğidir. Bu onun yaratımıdır, onun “psişik sanat eseridir”. Tüm bunlara rağmen, aktarımı yaratan tam anlamıyla tedavi değil, olayın kristalleştiği yerdir.
Bu açılış tanımındaki Gedankenbildungen, düşünce oluşumları, ifadesine dikkat edin. Freud daha önce bu terimi, rüya çalışmalarında psişik vurgunun bir temsilden diğerine “yer değiştirmesini” (Verschiebung) belirtmek için de kullanmıştı. Ve işte ‘’ yer değiştirme’’kavramı için açıklayıcı durumundan çıkaran özellik için alıntılıyorum: ‘’Aktarımlar nedir? Daha önce hastanın hayatında olan bir kişinin yerine doktorun koyulması en belirleyici özelliği olan aktarımla, analizin ilerlemesi esnasında uyandırılması ve bilinçli hale getirilmesi gereken uyarımların ve fantezilerin yeni basımları, onların taklitleridir (Nachbildungen) . Bir başka deyişle: Hastanın daha önceki ruhsal yaşantıları geçmişte kalmış hadiseler halinde değil, hekimin kişiliğiyle kurulan güncel bir ilişki olarak canlandırılır.’’
Freud’un aktarım olgusunu nasıl düşündüğüne dikkat edin: analistin eski bir karakterle değiştirilmesinden/takas edilmesinden ziyade, analistin mevcut figürünün yerine tarihöncesinden bir karakterin geçmesi. Bu, “geriye dönük” işlevle ilgili olarak güncelleme girişimine ayrıcalık tanımayı mümkün kılar. Bu şekilde harekete geçirilen şey, kaybolmayan, ancak doktorun kişiliğiyle güncel bir ilişki olarak yeniden canlandırılan bütün bir önceki deneyimler dizisidir. Freud şöyle diyor: ‘’Bunlar, benzetmeyi sürdürecek olursak, basit tıpkıbasımlar, hiçbir şekilde değiştirilmemiş yeni basımlardır’’. Basit yeni baskılar (Neudrucke), değiştirilmemiş yeni baskılardır. Ancak süblimasyonun etkisi altında Neubearbeitungen, “yeni ayrıntılar” da vardır. Genişletilmiş ve düzeltilmiş baskılar. Bu, Aktarımın Dinamiği makalesine baktığımızda da, analizanın yaşamında yorulmadan yeniden basılan temel ‘’klişe’’ fikri aracılığıyla yeniden formüle edilmesini bulacaktır. Freud’un talihsizliği, farkında olmadan bir başkası sanılması ve bir “klişeye” kapılmış olmasıdır.
Bu yeniden yapım olan aktarım, o kadar dokunaklı bir güncellikle oynanıyor ki, oynanırken onu kavramak çok önemli. En büyük hata yanlış yorumlamak değil, zamanında kavrayamamaktır. Freud’un sonradan akla gelen bir mantıkla yeniden yazmaya çalıştığı berrak itirafı buradan kaynaklanır; aktarımı görmesi gerekli olduğu yerde göremediğinden. Bu alanda ve bu durumda, “geç olsun güç olmasın” deyimini bize hatırlatıyor Freud. Çünkü burada bahsedilen “geç” aktarım söz konusu olduğunda “asla” ile eşdeğerdir.
Dora’nın rüyalarında, Freud’un o sırada aktarım üzerinde not almadığı halde kendini gösteren şeylerde “ipuçları” aradığı sırada kendisi için ilk uyarı vardır. O zamanki rüyayı aktarım arzusunun ayrıcalıklı bir ifadesi yapan şey, rüya ve aktarım olan bilinçdışı oluşumların homolojisidir. Orada keşfettiği şey, dikkate almadığı, ardından geriye dönük bir yorumla doğruladığı bir “ilk uyarı”dır.
Aktarım düşüncesi Freud’u sigara tiryakisi olarak hedef alır: ” Her uyandığında duman kokusu aldığını anlatmayı unutmuştu. Duman kokusu yangınla uyumluydu ama bir yandan da bu rüyanın benim kişiliğimle özel bir ilişkisi olduğunu gösteriyordu çünkü ne zaman şu veya bu konunun gizli bir anlamı olmadığını öne sürse ona şu karşılığı veriyordum: “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.” [kelimenin tam anlamıyla: “dumanın olduğu yerde ateş de vardır”]. Dora’nın “‘ateşsiz duman olmaz’’ sözlerini ustaca serpiştirdiği, zaten oluşturulmuş rüyanın içine, bu sözlerin göründüğü bir yere serpiştirdiği ortaya çıkar. ‘’Kendisi de göl kenarında sigara içmişti ve Bay K. o uygunsuz teklifte bulunmadan hemen önce ona bir sigara sarmıştı.” Burada çok kıymetli bir şeyi duymanızı istiyorum çünkü yer değiştirme ve yoğunlaşmanın etkisini görebilirsiniz. Akranlarla tartışmalarımızda ya da klinik toplantılarda yer yer taşlanmama rağmen, ki bunun nedeni hem anlıyor hem anlamıyorum, aktarımın klasik olarak anlatıldığı gibi görünmediği. Freud, aktarımı gösterenlerden fark ediyor. Bu çok sık düşülen bir hata, aktarım öteki ile ilişki sadece kanlı canlı insana yapılmıyor. Rüya gibi sembolizmde babaya ya da anneye aktarım bir şarap şişesine de yapılabilir. Freud’un bahsettiği, kısmi nesneler, bunlar aşkın, nefretin, aktarımın nesnesi olabilir. Dahası, aktarımdaki öznenin hatalı olmadığını, hedefini belirleyici bir özellik aracılığıyla hedeflediğini not edeceğiz. Sürecin güzel tasvirini Dora vakasında görüyoruz: aktarım, rüyada “eklenmiş” bir alıntı olarak görünür. Analiste hitaben yazılan bu “aşk mektubu”, Bay K. aracılığıyla babaya hitaben yazılana aracılık eder. Yorumlanması için değil, okunması için yapılmıştır. Bu nedenle “analist”, “iyi bir dinleyici” arayan, rüya örtüsünün altına gizlenmiş bazı aktarımsal mesajlar olduğunu bilmelidir.
İkinci uyarı: İkinci rüya, Dora’nın sabırsızlığını gösteren bir sayıyla – 2 sayısıyla – ilgisi olan gösterenleri iletiyor: ‘’Bu rüyayı bana anlattığında, önümüzde çalışmak için sadece iki saat kaldığını bilmiyordum, bunu ancak iki gün sonra öğrendim; Sistin Meryemi tablosunun önünde de iki saat durmuştu ve rüyasını tekrar anlatırken [göl kenarındaki sahnede] eve dönmek için gölün etrafından dolansaydı ihtiyaç duyacağı süreyle ilgili (iki buçuk saat değil, iki saat) düzeltme yapmıştı. Rüyada gerek Almanya’daki genç adamla ilgili olan gerekse evlenebilecek yaşa gelene kadar Bay K.’yi beklemesinden kaynaklanan bütün o ümit ve beklentiler, bundan birkaç gün önce aktarımda dışavurulmuştu: Analizin ilk haftalarında tam olarak iyileşmesinin yaklaşık bir yıl alacağını ona bildirdiğimde benzer bir itirazda bulunmadan söylediklerimi dikkate almış olmasına rağmen, o gün kürün çok uzun sürdüğünü, bu kadar uzun süre bekleyecek sabrı olmadığını söyledi.’’ Ve aynı zamanda son görüşmenin süresidir.
Sabırsız Dora artık duruma katlanmak istemiyor: fobik bir kaçış gibi görünse bile, onun davranış biçimi ayrılmak. Ve Freud, belirlenen hedefin, “çaresiz ve aciz” (ohnmächtig und unfähig) olan doktor olduğunu ilan eder: ‘’ Hasta, doktorun ne kadar aciz ve beceriksiz olduğunu kendi üzerinden göstermekten daha etkili bir intikam alabilir mi? ‘’ Aktarımın Dinamikleri metninde de şöyle diyor Freud: ‘’Veyahut da bir başka deyişle bu yatırım doktoru hastanın bu zamana kadar dizmiş olduğu psişik “sıralardan” birine ekler.’’ Bahsedilen hikayedeki karakterler serisi içinde (Bay K., Bayan K., Baba) doktor “zayıf halka”dır. Burada yine “zor durumda bırakılan” analist, ona uygun histerik pasifleşme deneyimi. İlk iki vuruş kendisini rüyalarda işittirmiş, üçüncü vuruşta Freud’u uyandırmıştır… Dora vakasında anlatılanlar ve aktarım, hipnozdan kurtulan analitik eylemin, hem telkinden cezasız bir şekilde kurtulmadığının hem de son derece özgün, tam anlamıyla aktarımsal bir gerçekliğe ulaştığının farkına vardığı bir sınır çizgisi çizer. Aktarım, hipnotik büyü ile tarihsel kopuşu temsil eder. Aktarım ile psikanaliz, analitik ilişkide esas olan “etkiye” kavuşur. Bunu en iyi özetleyen 19 ve 27. Derslerdir: 19. Derste şöyle diyor Freud: ‘’Ama sonuçlar değişken ve dayanıksızdı ve bu nedenle sonunda hipnozu terk ettim. Ve bundan sonra hipnoz kullanıldığı sürece bu hastalıkların dinamiklerine ilişkin bir içgörü edinmenin olası olmayacağını anladım.’’ Ve 27. Derste ise bu kopuşu daha güçlü şekilde vurguluyor: ‘’Ve tekniğimizde yalnızca telkinleri aktarım biçiminde yeniden keşfetmek için hipnozu terk etmiş olduğumuz kafamıza dank etmiş olmalı.’’. Bu nedenle aktarım, “konuşma tedavisinin” kalbindeki düşündürücü işlev olacaktır. Dolayısıyla aktarım, analitik statüsüne, onun detaylandırılması ve aşılması ilkesini ortaya koyarak ulaşır. Dora’ya karşı ve Dora ile yürütülen çalışmanın Freud’un aktarımla olan ilişkisini “tarihsel olarak” belirlediğini asla yeterince söyleyemeyiz. 1923 tarihli bir notta, “aktarım aşkı” konusundaki gelişmeyi, Dora üzerine yazdığı denemenin aktarıma ilişkin son değerlendirmelerinin doğrudan “devamı” (Fortseztung) olarak işaretlemesi tesadüf değildir.
Devam edersek şöyle diyor Freud: “Yalnızca histerik ve obsesyonel nevrotiklerimizle ilgilenmeyi sürdürürsek kısa sürede hiç de hazır olmadığımız ikinci bir olguyla karşılaşınz. Çünkü bir süre sonra bu hastaların bize oldukça tuhaf biçimde davrandıklarını görmemezlik edemeyiz“, diye ciddi bir şekilde beyan eder Freud. Bu ‘’aktarım davranışından” (Verhalten der Übertragung) söz edebiliyorsak, eğer gerçekten bir “aktarım davranışı” (Übertragungsverhalten) varsa, bakmamız gereken ve elimizde olan aktarım fenomenolojisidir. Tezahürler ve süreçler arasındaki ayrışmanın en bariz olduğu bilinçdışı bir fenomen bile varsa, o da budur. Son derece poliform (vielgastältig) olan aktarım kiplerinin indirgenemez tekilliğini hatırlamaya gerek var mı? Yinelenen özelliklerinin veya yinelenen tezahür biçimlerinin (Erscheinungsformen) altını çizmek çok daha önemlidir. Öyle bir aktarım ki, dönüşümlü olarak elle tutulamayan “anıştırmalarla” kendini gösteriyor ve tabii Dora’da olduğu gibi yani gördüğümüz gibi muhteşem eylemlerle. Ne de olsa, Dora’nın aktarımsal rüyasının sağladığı imge bu “fenomenolojin”in paradigmasını sunar: işaretler, aktarım ateşinin “dumanı” olur ve “yanık kokusu” geldiğinde, zaten çok geç olabilir, en azından harekete geçme zamanı ve analistin yorum zamanı gelmiştir.
Aktarımın karakteristik olarak ayrılmayı hak eden bir tezahürü varsa, o da çağrışımlarda bir tutukluk bir tıkanma olmasıdır – analistin gözlemlediği veya hatta analizan tarafından ifade edilen; mesela ‘’Konuşamıyorum, aklıma bir şey gelmiyor, burada tıkanıyorum, seans dışında aklıma çok şey geliyor ama buraya gelince unutuyorum vb.’’. Freud bundan düzenli olarak bahseder: Hatırlamak, Tekrarlamak ve Derinlemesine Çalışmak isimli makalesinde şöyle diyor:” Hepsinden öte, hasta tedavisine bu tür bir tekrarla başlayacaktır. Olaylı bir yaşam öyküsü ve uzun bir hastalık tarihçesi olan bir hastayla, psikanalizin temel kuralını paylaşıp ondan aklına geleni söylemesini istediğinizde, oluk oluk bilgi akmasını beklersiniz. Oysa genelde hastanın ilk başta söyleyecek hiçbir şeyi olmaz. Sessiz kalır ve aklına hiçbir şeyin gelmediğini söyler. Elbette bu, herhangi bir şey hatırlamaya karşı bir direnç olarak öne çıkan homoseksüel tutumun tekrar edilmesinden ibarettir. Hasta tedavide olduğu müddetçe bu tekrar zorlantısından kaçamaz. Nihayetinde ise, onun bu şekilde hatırladığını anlarız’’. “Hasta aklına başka bir şey gelmediğini belirtiyor”. Öyle ki aktarım, hastanın çağrışım faaliyetini (Einfallstätigkeit) felç eder.
Bir terim bunu belirtir: Stockung, bir hareketin kesintiye uğramasını belirtir, bu durumda eylemi, ikame temsil, ‘’yanlış bir bağlantıyı tetikler” (falsche Verknüpfung), çağrışımsal rotayı değiştirir, Histeri Üzerine Çalışmalarda ‘’sahte bağlantılar’’ olarak çevrilen hadise. Şöyle diyor Freud: “inatla yapıştığı sahte bağlantılar kurma alışkanlığındaydı. Örneğin bir kez beni şu soruyla karşılamıştı: “Ben değersiz bir insan değil miyim? Dün yaptığımı söylediğim şey bir değersizlik göstergesi değil mi? Aslında bir gün önce bana söylemiş olduğu şey bana bu lanetleyici hükmü haklı çıkarıyor gibi gelmiyordu”. Her şey bir “sahte bağlantı” ile başlar: bu nedenle aktarım, bilinçdışı etkisi daha sonra kendini gösteren ötekine (analiste) “bir soket bağlantısı” nı andıracak şekilde gerçekleştirilir.
Grup Ruhbilimi ve Ego Analizi’nin X. Bölümünde şöyle diyor Freud: ‘’Her psikanalizin gidişatı içinde en az bir kez hastanın tam o sırada aklına kesinlikle hiçbir şey gelmediğinde inatla ısrar ettiği bir an gelir. Serbest çağrışımları durur ve onları harekete geçirmek için bilinen usuller etkili olmaz. Eğer psikianalist ısrar ederse hasta sonunda muayene odasındaki pencereden görünen görüntüyü, karşısındaki duvar kağıdını ya da tavandan sarkan gaz lambasını düşünmekte olduğunu itiraf eder. O zaman insan hemen hastanın aktarıma girdiğini ve hekimle ilgili henüz bilinçdışı olan düşüncelerle meşgul olduğunu anlar: kendisine bu açıklama yapılır yapılmaz da çağrışımlarının duraklaması sona erer’’. Daha önce formüle edilen fikri yineleyerek: “Her yeni tecrübeyle birlikte şunu doğruluyoruz : Bir hastanın serbest çağrışımları durursa, doktorun şahsına ya da onunla bağlantısı olan herhangi bir şeye dair anlık bir düşüncenin o anda hastaya hükmettiğinin teminatı ona verilerek bu tıkanıklık giderilebilir’’. O zaman çağrışımlar devam eder veya kasıtlı olarak konuşmayı reddetme başlar. Freud orada çok tutarlı ve geri adım atmıyor. Analizde sessiz kalmak için her türlü neden olduğunun açıkça farkındadır. ‘’Burada gerçek bir kesilmeden bahsediyorum, hastanın bazı sıradan keyifsizliklerinden dolayı susmasını değil. ‘’ Bu bir “sıradan hoşnutsuzluk duygusu” sonucunda neyin susturulduğunu belirten bir durum değil, çağrışımların “eksik olduğudur’’ . Nasıl oluyor da bu durumlarda, çağrışım zincirinin tam ortasında duran sessiz özne – sanki bir iç alarm çalmış ve “her şeyi durdur” emri vermiş gibi- aktarıma düşmüş oluyor ? Zihne artık hiçbir şeyin “düşmediği” olgusundan, ama öznenin aşka düştüğü, öznenin aşık olma sürecinde olduğu veya daha doğrusu buna karşılık gelen etkiyle aşk dolu bir taşkınlık durumuna girdiği nasıl çıkarsanır?
Bu, bir “duraklama” ile kendini gösterir: çağrışımlar artık devreye giremez veya kendini “zincirleyemez”. Eğer bir şeyler “tükenirse”, ilham eksikliğinden değil, kendi bilgisi olmadan, düşüncelerini meşgul eden ve kısa devre yapan başka bir nesneden aşırı ilham aldığındandır. Yolda bir itiraz… sesini keser. Sonuç olarak, tek taraflı olarak “temel analitik kuralı askıya alır (einhält)”. Farkında olmadan ilhamın belirli bir temsili olarak analist belirliyor.
Klasik betimlemeye göre, aşkın başlangıç hali olan dikkat dağınıklığı durumunu da düşünelim. “Serbest çağrışım” emrini veren kuralı engelleyen çağrışımların akışkanlığı riske atılır. Bu durum direncin somut tezahürü olarak belirmeye başlar. “Temel kural”ın sessizce dağılması. Aşık, düşüncesi belirli bir kutuplaştırıcı temsile bağlanır bağlanmaz, serbest çağrışım yapmaktan otomatik olarak vazgeçer. Kısacası, analiz gemisi bu ilişkisel hasar yoluyla su alma riski taşır.
Freud’un 1913 yılında yazdığı Kutu Seçimi metninde de William Shakespeare’in oyununu altınlar: ‘’Cordelia tanınmaz bir kılığa girer, kurşun gibi gösterişsiz duruma sokar kendini, “sever ve susar.’’ Susan sevendir, bir amblem olur adeta. ‘’Senin gösterişsizliğini öbür iki çığırtkandan daha yakın buluyorum kendime. Altın ve gümüş “çenebaz”, kurşun ise suskundur; tıpkı “seven ve sesini çıkarmayan” Cordelia gibi gerçektir’’. Bu elbette genelleştirilemez bir durumdur. Bazı seven kişiler, sevdiği kişiyi döngüye sokarak veya daha kesin terimlerle söylersek onu etkisiz hale getirerek başlar. Böylece, sessizlik altında gerçekle sahtelik arasındaki bu zıtlıkla kimin sevdiğini veya seviyormuş gibi davrandığını eylemde doğrulayacağız.
Bu afoniye eşlik eden ikincil bir işaret, bitkin bir bakıştır. Konuşmanın askıya alındığı dönemde bakış hareketsiz kalmaz. Tasarımını, Gestaltyen’i çağrıştıran nesnelere gömülür: pencere çerçevesi, halı mozaiği, avize… Hasta artık size bakışı meşgul eden sesi veremez. Bakışın işareti konuşmadan kaçışı işaret eder. Özne artık ses veremezken, bakış onun yerini alır.
Diğer yandan elbette sadece sessizlik değil. Çağrışım artışı da gürültülü bir aktarım hareketine işaret edebildiğini göreceğiz. Çağrışımlarıdaki bu öfori etkisi tam da sessiz kalmak, eyleme dökmek gibi üstün bir değere sahip olabilir. Aşkın temel psikolojisinin çok iyi bilinen bir gerçeğinin peşindedir: sevilen kişinin huzurunda ya inatçı bir sessizliğe ya da bol ve karışık bir laf kalabalığına yol açmak. Her halükarda, aktarıma en gürültülü dışavurumlarıyla yaklaşmak yanlış olur; yani bunu aşk ile yorumlamak. Klasik bilinen anlamıyla ‘’pozitif’’ aktarım olarak. Her zaman bunlar pozitif aktarım işaretleri değildir. Freud’un güzel bir formülüne göre, dilsiz/suskun semptomatik (stumme Symptomatik) fenomen hakkında düşünülecek bir şey vardır. Freud’un Kadın Eşcinselliği vakasında bunu görebiliyoruz. Babaya saygı duruşunda bulunan bu sessizlik, babaya şiddet olarak da karşımıza çıkıyor.
Diğer bir boyut ise şu şekilde özetlenebilir: “analizan, analistin kişiliğine karşı özel bir ilgi geliştirir“. Başka bir deyişle: “bu kişiyle ilgili her şey ona kendi işinden daha önemli görünüyor“. Şöyle diyor Freud, Aktarım dersinde: ‘’ Doktorla ilgili her şey ona kendi işlerinden daha önemli ve onu hastalığından uzaklaştırılıyormuş gibi görünür. Buna uygun olarak onunla ilişkileri bir süre için son derece uzlaşmacı hale gelir; işbirliğine hazırdır, olası her yerde minnettarlığını göstermeye çalışır, 1belki de onda bulmayı hiç beklemediğimiz incelikleri ve erdemleri sergiler. Bunun üzerine doktor da hastaya ilişkin olumlu bir görüş oluşturur ve böylesine özel bir biçimde değerli bir kişiliğe yardımcı olmasına olanak sağlayan talihin değerini bilir. Eğer doktorun hastanın akrabalarıyla konuşma fırsatı olursa hoşlanmanın karşılıklı olduğunu öğrenir. Hasta evinde doktoru övmekten ve ondaki her yeni niteliği yüceltmekten asla yorulmaz. “Size hayran” der akrabaları, “size körü körüne güveniyor; söylediğiniz her şey onun için bir vahiy gibi.” Bu kalabalık koro içinde şurada ya da burada daha keskin gözleri olan biri vardır ve “sizin dışınızda hiçbir şeyden sözetmemesi ama sizin adınızı ağzından düşürmemesi sıkıcı hale gelmeye başladı.” der.’’
İyelik zamirinin yaygın kullanımına işaret eden sahiplenmedir: “analistim“. Orada anlatılan gerçekten körü körüne ve koşulsuz bir bağlılıkla sonuçlanan bu coşku biçimidir. Şu sözlere tekrar dikkat kesilin: “ size körü körüne güveniyor; söylediğiniz her şey onun için bir vahiy gibi”. “Analistin niteliklerini abartma”, “ona gelen eleştirilere tahammül edememe”, ‘’Analistle olan her şeyin kendi işinden daha önemli olması”, ‘’Analistin adını duyunca oluşan heyecan’’, ‘’hayatta ona yaklaşan herkese karşı bir kıskançlık” ile kendini gösterir. Bu, aktarım sürecinin hayran ve hatta fanatik yönüdür. Aşk bağını anımsatan bu davranış, aslında onun en uygun fanatik özelliği gibi görünebilecek olan “doktorun şahsına duygu aktarımı”nı ifade eder. Freud, böyle bir durumun, analizin gidişatına etki etmediği, iyileşme talebine ket vurmadığı ve psikanalizin temel kuralında bir aksaklık yaratmadığı sürece normal ve analiz için önemli olduğunu belirtir. Lakin Freud şunu da ekliyor: ‘’Ama böylesi güzel havalar uzun süremez. Bir gün bulutlanır. Sağaltımda güçlükler doğar; hasta artık aklına hiçbir şey gelmediğini bildirir. Artık çalışmayla ilgilenmediğinin, ona verilen aklına gelen her şeyi söylemesi ve bunu yaparken hiçbir eleştirel engele izin vermemesi yönergelerini keyifle göz ardı ettiğinin açık izlenimlerini verir. Sağaltımın dışındaymış ve doktorla bu anlaşmayı hiç yapmamış gibi davranır. Açıkça bir şeyle meşguldür ama onu kendisine saklamaya niyetlidir. Bu, sağaltım için tehlikeli bir durumdur. Şaşmaz bir biçimde heybetli bir dirençle karşı karşıyayızdır.’’
Aktarımdan bahsettiğimizde elbette aktarım rüyalarından da bahsetmemiz gerekir. Analisti memnun etmek ya da onu alt etmek için bilinçdışının çalışmasının kendiliğinden ifadesi olarak belirirler. Yine örneklemek gerekirse, “iyileşme rüyaları” ile ifade edilen yanıltıcı iyimserlik hali. “Özne rüyasında nevrozunun, fobisinin sınırlamalarından kurtulduğunu gördüğünde, onun önemli ilerleme kaydettiğini düşünme eğilimindeyiz.” Aslında “iyileştirici rüyalar, hasta aktarımın yeni ve acı verici bir aşamasına girmek zorunda kaldığında (eintreten) ortaya çıkar’’. ‘’Analizden sonra iyileştiklerini ilan eden bazı nevrotiklerle aynı şekilde davranır çünkü analizde ortaya çıkabilecek tüm tatsız şeylerden kaçınmak isterler.’’ Bunlarda aslında tamamen, direnç ile alakalı durumlardır. Hastanın iyilik hali ya da kötülük hali bizim için bir kriter değildir. Çünkü göreceğimiz gibi bu rüyaların bir yüzü daha var, aktarım altında yine analisti yüceltme: ‘’O kadar iyi bir analistsiniz ki tek yorumunuz ile hayatım düzeliyor. O yüzden hayatımda her şey iyi ve lütfen daha fazla ileri gitmeyin’’. Bu, Freud’a göre analisti aldatmaya yönelik tatmin etmeyi istemek, kesinlikle karmaşık bir tür sahte iyileşmedir “sahte iyileşme rüyaları’’ da bununla ilgilidir.
Freud “aktarım rüyaları”ndan (Übertragungstraumen) bahsetmekten çekinmez. Rüyasında analisti Freud’un yanında tıraş olduğunu gören ve kokudan babasıyla aynı sabunu kullandığını fark eden hasta, bunu “onu babasal bir aktarıma zorlamak için “yaptığı sonucuna varır’’. Şöyle diyor Freud: ‘’Bir gün çok özgül bir paranoyak aktarım düşü üretti. Beni önünde tıraş olurken görüyordu ve kokudan babasıyla aynı sabunu kullandığımı anlıyordu. Bunu yapmamın nedeni, onu bana bir baba aktarımı yapmaya zorlamaktı. Düşü için bu olayın seçilmesi, hastanın paranoyak düşlemlerine karşı küçümseyici tutumunu ve onlara inançsızlığını oldukça tartışma götürmez bir biçimde ele vermektedir, çünkü gözleri ona her gün benim hiçbir zaman traş sabunu kullanacak durumda olmadığımı ve bu nedenle bu açıdan bir baba aktarımının bağlanabileceği bir şey bulunmadığını söyleyebilirdi’’. En çarpıcı karşı örneklerden biri, sahte rüyalarıdır. Bunlar, bir oyalama yaratmayı, dolayısıyla analisti aldatmayı (“düşmanı aldatmak” dediğimiz gibi) amaçlayan yalancı rüyalardır.
Aktarımda gördüğümüz üzere bir “duygu fırtınası” kendini gösterir. Analisti abartma işaretilerinde olduğu gibi. Aktarım etkisinin yerleştirilebileceği yer burasıdır. Aktarımın çiçek açması, inkar edilemez bir şekilde duygulanım hava durumu bir değişiklikle kendini gösterir. Doktora yönelik bir “sempati duygusunun (Sympathieempfindung)” ortaya çıkmasıdır. Ama böyle ‘aktarım duyguları’’ en büyük alacakaranlığa ev sahipliği yapar. En hassas bağlılıktan (zärtlichste Hingebung) en inatçı saldırganlığa kadar uzanan bir duygulanım kokteylidir. “Aktarım, aşk için fırtınalı bir talep olarak veya daha ılımlı biçimlerde ortaya çıkabilir’’. Freud böyle bir hastanın “iyi huylu aktarımından” söz eder. Aktarım nefrete dönüştüğünde, yukarıda Aktarım derslerinde belirttiğimiz gibi Freud açıkça “zamanın değişmesinden” söz eder. Bu, ılımlı belirtilerden ve şehvete, erotikliğe ihanet eden en tutkulu biçimlere uzanan aralığın kapsamını gösterir. Yelpazenin iki ucu arasında koca bir dünya var. Aktarım, tek tonlu ne de tek renklidir. Aktarım, analizi tarif edilemez olduğu kadar kesin de olan duygulanımlarla “kalabalık” yapan şeydir.
Genel olarak, düşmanca duygulanım olumlu duygulanımı takip eder: “Düşmanca duygular kural olarak sevecen duygulardan daha sonra ve onların arkasından ortaya çıkarlar; onların eşzamanlı olarak varoluşları bizim diğer insanlarla yakın ilişkilerimizin çoğunluğunda egemen olan duygusal çifte değerliliğin iyi bir tablosunu verir. Önünde “artı” yerine bir “eksi” işaretiyle de olsa karşı koymanın en az boyun eğme kadar bağımsızlığa işaret etmesi gibi, düşmanca duygular da en az sevecen duygular kadar duygusal bir bağın bir belirtisidir. Doktora yönelik düşmanca duyguların bir “aktarım” olarak adlandırılmayı hak ettiğine ilişkin bir kuşkumuz olamaz çünkü sağaltımdaki durum, oldukça kesin olarak, onların kökenine ilişkin hiçbir uygun zemin sağlamaz; dolayısıyla bu gerekli olumsuz aktarım görüşü olumlu ya da sevecen aktarıma ilişkin değerlendirmemizde yanlış olmadığımız konusunda bizi emin kılar’’. Bu nedenle, aktarımı en başından affektleri belirten terimlerle tanımlayabiliriz, ancak affektlerin neredeyse tamamen yokluğu aktarımın yokluğu anlamına gelmez. Corderlia örneğinde olduğu gibi Freud bunu “genç eşcinsel” vakası ile gösterecek: vakanın “ne sıcak ne de soğuk” yapıyormuş gibi görünen doktorla olan ilişkisine rehberlik etse de, yine de ona oldukça yoğun bir şey, yani tam olarak “insanın temel reddini” aktarır. Analiste soğuk bir sıvı gibi dönen, hayal kırıklığıyla soğuyan baba sevgisidir.
Aktarımın fenomenolojisi, affektlerin zıt biçimlerini yakalar: bu aşk acısı sinsice ortaya çıkabilir ve bu durumda belirtilerle “tahmin” edilmelidir. Üstelik iyi bir dinleyici için “belirsizliğe açık” veya görünüşte dingin bir gökyüzünde bir gök gürültüsü gibi tetiklenmeli ve iyi ve uygun biçimde, en doğrudan bir beyana yol açmalıdır. Negatif Aktarımın bir sahne değişikliği ya da daha doğrusu sahneden bir çıkış olarak özüne ihanet ettiği yer; analizanın analistle olan sözleşmesinin fiilen ihlali ve çerçeveden çıkış anlamına gelir: Burada yine psikanalizin temel kuralı serbest çağrışımın ketlenme durumunu ya da Freud’un, Dora ile çalışmanın başında yapmış olduğu anlaşmanın tek taraflı feshini buluyoruz. Ayrıca bir ilişkinin bitişinde hayal kırıklığına uğramış bir aşık gibi nefret söylemi, analisti suçlama, ya da suçu kendi üzerine alma bulunabiliyor. Tedavinin dışındaymış gibi, sanki analistle hiçbir sözleşmesi yokmuş gibi davranır. Bu bir bakıma sözleşmenin tek taraflı bir şekilde bozulmasıdır, burada aşk ilanı (analist için) bir savaş ilanına (analiz için) eşdeğerdir.
Aktarım durumunda, ilişkiyi çerçevesinin dışına çıkarmayı, analistin kişiliğinin işlevine karşı oynamayı amaçlar. Burada da “çerçeve” ancak “çerçeveden çıkarma” yoluyla varlığını ortaya koymaktadır. Bağlantılı olarak aktarım, ondan faydalı bir şekilde ayrılmış olan analitik sahneye yaşamı geri getirir.
Son olarak, olumsuz bir fenomen var: pekâlâ olabilecek tepkisel aktarım şeklinde etki için tutulabilecek olan aktarımın gücü. Freud olayı, hastaya “umut veren” ve “tedavinin durumundan memnun olduğunu gösteren” analistin konuşmasına bir tepki olarak sunar. Daha sonra memnuniyetsizliği ve “durumunun” kötüleştiğini fark ederek şaşırır. Ben ve İd metninde şöyle diyor:‘’ Çözümleme çalışması sırasında oldukça tuhaf bir biçimde davranan belli insanlar vardır. insan onlara umutlu bir biçimde konuştuğunda ya da sağaltımın ilerlemesiyle ilgili doyum ifade ettiğinde hoşnutsuzluk belirtisi gösterirler ve durumları her zaman kötüleşir. Kişi önce bunu meydan okuma ve hekime karşı üstünlüklerini kanıtlama doğrultusunda bir girişim olarak değerlendirir ama sonra daha derin ve daha adil bir görüş edinmeye başlar. Yalnızca bu türden insanların hiçbir övgü ya da takdire dayanamadıklarına değil aynı zamanda sağaltımın ilerlemesinin tersine tepki verdiklerine inanır. Sonuç vermesi gereken ve diğer insanlarda semptomların iyileşmesi ya da geçici olarak ortadan kalkmasıyla sonuçlanan her kısmi çözüm onlarda hastalıklarının geçici olarak kötüleşmesini doğurur: psikanaliz sırasında iyileşmek yerine kötüleşirler.”Olumsuz psikanalitik tepki” olarak bilinen şeyi sergilerler.’’
Özne için daha iyi olmak, pratik bir etki anlamına gelir ve bağ kurulan analistle ayrılma anlamına gelir. Ama gerçekten tam olarak neyden ayrılma? Analizanlar dayanamıyorsa, kötüleşiyorsa bu durumu sadece analistlerini gözden kaybetmenin ıstırap verici ihtimali olarak nitelemek yanlış olur. Analistten ayrılmak, onunla ayrılık çalışmak üst metni okumaktır. Açıkçası bu kolay olandır. İyileşmeyi istememek, aynı anda analistin inkar edilmesini mümkün kılar. Bu inkarın altında, pek tabii, bilinçdışı bilgiden nefret etmenin bir özelliğini bulabiliriz. Bilmek istememeye dair bir tutkunun ifadesi şeklinde görebiliriz. Burada ilişkinin gerçek nedeni olarak sadece bir “ayrılık kaygısı” varsaymak yanlış olur. Analistle ‘’yas çalışması’’; ‘’analistimi kaybediyorum ve artık onunla vedalaşmanın yası tutuyorum.’’ İşleri böyle duyarsak, belirleyici bir motor olan “bilinçdışı suçluluk duygusunun”, bu aktarımsal bağlılığı ele geçirdiğini gözden kaçırabiliriz. Burada, işleri bitirici bir harekete eklemlenen, aktarımın reaktif bir etkisine sahibiz. Özneyi en çok kaygılandıran şey, çok net bir şekilde, bundan böyle kaderi “kendi” analistiyle olan ilişkisine sıkı sıkıya bağlı olan semptomundan ayrılmasıdır. Freud’un belirttiği gibi özne, semptomdan ikame doyum elde eder. Bu onun tek jouissance alma biçimidir. Bu yüzden özne semptomun ediminden kolay kolay vazgeçmez. Freud Haz İlkesinin Ötesi Metninde şöyle der: ‘’Elbette söz konusu olan, doyuma götürmesi gereken dürtülerin eylemleridir; bunun yerine o zamanlar da sadece hoşnutsuzluk getirmiş olmaları deneyiminden hiçbir ders alınmamıştır. Buna rağmen zorlantının baskısıyla yinelenip dururlar’’. Eğer “bu suçluluk duygusu” yalnızca iyileşmeye karşı azaltılması zor bir dirençle ifade ediliyorsa’’, aktarım altında işlerin kötüleşmesi hasta olarak kalmak, onun suçluluk duygusunu suçlu hissetmeden ifade etme şeklidir. Buraları duyarak, analizanı ileriye götürmek için analist arzusunu koymalıdır. Çünkü aktarım durumunun bu fenomenolojisinden, karşımıza çıkacak olacak şey: yani fantazmın ortaya çıkışıdır.
Kaynakça
- Freud, S., Olgu Öyküleri I, çev. Ayhan Eğrilmez, Eylül 1998, Payel Yayınevi
- Freud, S., Olgu Öyküleri II, çev. Ayhan Eğrilmez, Eylül 1998, Payel Yayınevi
- Freud, S., Ruhçözümlemesine Giriş Konferansları, çev. Emre Kapkın – Ayşe Tekşen, Mart 2016, Payel Yayınevi
- Freud, S., ve Breuer, J., Histeri Üzerine Çalışmalar, çev. Emre Kapkın, Ekim 2001, Payel Yayınevi
- Freud., S., Aktarımın Dinamikleri, çev. Şahin Ateş, https://www.felsefesanatpsikanaliz.com/aktarimin-dinamikleri-1912-sigmund-freud/
- Freud., S., Hatırlamak, Tekrarlamak ve Derinlemesine Çalışmak, çev. Elif Okan. Psike İstanbul psikanalist adayları tarafından eğitimde kullanılmak üzere çevirtilmiştir.
- Freud., S., Haz İlkesinin Ötesinde, çev. Ali Babaoğlu, Şubat 2001, Metis Yayınları
- Freud., S., Sanat ve Edebiyat, çev. Dr. Emre Kapkın – Ayşe Tekşen, Şubat 1999, Payel Yayınevi
- Freud., S., Uygarlık, Toplum ve Din, çev. Dr. Emre Kapkın, Mayıs 2004, Payel Yayınevi